27 Mayıs 2015 Çarşamba

Yediklerim İçtiklerim Gezdiklerim Gördüklerim

Ay vallahi yediğimi, içtiğimi kendime saklayamayacak kadar şahane şeyler yedim dün, anlatmazsam ölürüm. 

Şimdi efenm gideceğim yeri bilmiyordum, 'sürpriz', pek gizemli, pek sır, pek heyecanlı. 

Buluşma yeri Zincirlikuyu. Metrobüsle bir gurme restaurant'a giden kaç kişiyiz merak içindeyim dfafadasgfs. Zincirlikuyu'dan sonrası benim için tamamen ve hala kocaman bir bilinmezlik. Nereye gittik, nereden gittik, orası neresi idi hala bilmiyorum. Fatih Sultan Mehmet, Etiler sırtları, Küçükarmutlu, Köprünün yanı falan filan gibi şeyler söyleyebilirim de, ille de koordinatları bildir hemşire derseniz 'Ferrari/Maserati teknik servisin hemen karşısı canım' diye yol tarifi verebilirim, sonucta hepimizin garajında en az bir Ferrari duruyor, teknik servisin yerini de bilin lütfen! 




Mekan'ın adı 'Lokanta Armut', açılalı henüz bir kaç ay olmuş, şahane bir Mekan, şahane bir Şef. Bana göre tek handikapı gerçekten lokasyonu, sadece bilenlerin ve evet Ferrari'sini teknik servise götürenlerin gidebileceği bir yerde, ama o kadar başarılı ki, bence kulaktan kulağa yayım şekli ile çok yakında patlayacak o Mekan. Mekan sahipleri Tülin Bozüyük ve Şef Burak Zafer Sırmaçekici, tatlılıktan ölecek insanlar. Ancak bu kadar nazik, bu kadar işine aşık, bu kadar güleryüzlü ve keyifli olunabilir. Şef Burak Zafer Sırmaçekici; ismini yazın bir kenara, ileride bu ismi daha çok duyacaksınız ve bence yakın bir tarihte biz 'normal ölümlüler' onun yarattığı o müthiş lezzetleri tadamayacağız gibime geliyor. Gerçekten siz nasıl bir Şefsiniz, o tarifler nasıl oluştu, hangi gezegenden geldi söyler misiniz lütfen? Bu dünyadan olmadığı kesin. 









Efendim tam gün batımına denk gelen bir saatte gittik, bembeyaz örtüler, sade bir dekor, güleryüzlü çalışanlar karşıladı bizi. Mekan küçük, kapılar açık, mutfak da. O müthiş lezzetli yemekleri nasıl hazırladıklarına an be an şahit oluyorsunuz, ekip küçük, uyum süper, herkes işini maksimum verimle yapıyor, telaş yok, panik yok. 



Başlangıcı şahane bir Peynir tabağı ile yaptık, bana kalsa bütün gece onunla devam edebilirdik, peynir delisi bir insan olarak bugüne kadar bundan daha başarılı, bu kadar uyumlu ve lezzet patlaması yaşatan bir peynir tabağı görmedim, hepsinin bizim memleketin peynirleri olması da cabası. Bu ülkede bu kadar şahane peynirler yapılıyor ve bizim haberimiz yok? aslında ne kadar üzücü bir durum. tadı nötrlesin diye peynirin yanında servis ettikleri armut chutney muhteşem, ekşi mayadan yaptıkları ekmek enfes. Şarap seçimini onlara bıraktık, beyaz tavsiye ettiler, ben ki beyaz şarap sevmem, içmem, benim için şarap kırmızıdır ve fakat dün gece içtiğim şarablara doyamadım, kırmızıya geçemedim, geçmek istemedim. Barbare ve Sevilen İsabey-Sauvignon Blanc bulduğunuz yerde stoklayın efenm.




Peynir tabağının ardından közlenmiş patlıcan çorbası geldi, kremalı, köz tadı ve kıvamı tam yerinde nefis bir çorba. Burak bey'in yemeklerinde şöyle bir sorun var; içinde ne olduğunu anlayamıyorsunuz, yani o çok bilmiş 'hıh ben bunu evde de yaparım' ukalalığı burada işe yaramıyor. Ben şahsen çorba da dahil olmak üzere hiçbir şeyi evde deneme cüretini gösteremem, o yüzden de fazla incelemedim açıkcası, hmmm şunu da koymuş, bu da olmalı, kesin bitutam da bundan var diyemiyorum, üzgünüm. Çok istesem kendi çapımda bir patlıcan çorbası yaparım ama Lokanta Armut'un patlıcan çorbası olmaz, olamaz. 







Çorbadan sonra servis ettikleri 'ördek ciğer pate' gerçekten dünya üstü bir lezzet. Onu da yine tadını nötrlesin diye kırmızı soğan reçeli ve tabii ki yine ekşi maya ekmek ile servis ediyorlar. 'yani bu ördek ciğer pate ise bunca zaman yediğim neydi' diye bir kokoşluk yapmak istesem de, itiraf ediyorum yediğim ilk ördek ciğer pate idi ve bayıldım, bundan sonra soframdan eksik etmem adafafadfgsdgf :))) Kaz ciğerini memlekette kazları insanlık dışı yöntemlerle yağlandırdıkları için kullanmıyorlar. Hani yemediğim şeyi kimseye yedirmem mottosu vardır ya şeflerde, çoğu yalandır, burada o samimiyete inanıyorsunuz. Burak bey mutfağına giren her malzemeyi özenle seçiyor, özel yerlerden alıyor, bir çoğu oraya özel üretim vs. ve şöyle de bir enteresanlık var; menü sürekli değişiyor, hem mevsimsel lezzetleri sunabilmek adına, hem de şefin denemelere doyamamasından kaynaklı bence. 4 ayda 30-40 defa değişmiş menüdeki yemekler, iki yemek değişmeyecekmiş ama, biri ördek ciğer pate, diğerini unuttum, üzgünüm :/









Ördek ciğerinden sonra semizotu, çilek, tulum peyniri, balzamik sos, çevizden oluşan bir salata geldi ve işte bulduğumuz tek kusur da bu salatada oldu; şefim salatanın tuzu biraz fazla mıydı acaba? :))))))  Gerçekten çok lezzetli ama çilek ve balzamik sirkenin tadını ne yazık ki bastıracak kadar tuzu fazla idi, o da nazar boncuğu olsun. 












Ve ana yemekler: ağır ateşte uzunca saatler pişirilen ve didiklenerek eski kaşarlı patates püresi üzerinde servis edilen dana antrikot! Allah'ım sana geliyorum! Trüf sos ve karışık mantarlı el yapımı pappardelle. Unu- ki evet makarna unu farklıdır- Antep'te Lokanta Armut'a özel üretiliyormuş ve günde sadece 8 porsiyon makarna yapabiliyorlar, çünkü makarna dediğin, gerçek makarna dediğin çok zahmetli bir iş ve bu İtalya da dahil olmak üzere yediğim en lezzetli makarna idi. 


Son olarak minekoplu limonlu Risotto. Risotto nedir, nasıl olması gerekir'in en başarılı örneklerinden biri olmasına ve kendi başına enfes bir lezzet olmasına rağmen antrikot ve makarnanın gölgesinde kaldı. 










Ve final; çıtır çıtır ve mis gibi tereyağ tadını aldığınız baklava yufkası arasında, peynirli (mascarpone diye tahmin ediyorum) ve limonlu bir krema ve pembe biber ile lezzetlendirilmiş çilekler.. dünyanın en hafif ve aynı zamanda en lezzetli tatlısı olabilir. 









Tüm bunları yememiz 3 saat sürdü, her şey taze taze hazırlanıyor, arada beklemeler olmasa zaten yiyemezdik. Yemek- güzel yemek- gurme lezzetler dün itibari ile boyut değiştirdi, bambaşka anlamlar kazandı.


Fiyatlar; yazmıcam hayır. Şöyle söyliiim; ismi lazım değil bir takım işletmeler gibi aylık maaşı bırakıp çıkmazsınız, ama her hafta da giderim diyebileceğiniz bir yer değil, yani en azından benim için değil, anca işte ferrarinin yağını değiştirmeye gittikçe uğrarım ^^ Geyik bir yana da fiyat performans ancak bu kadar doğru orantıda olabilir, verdiğiniz parayı sonuna kadar helal ederek ayrılıyorsunuz mekandan, full artı full tatmine ulaşmış biçimde evinizin yolunu tutuyorsunuz (hayır dönüşüm metrobüsle olmadı, maksimum kokoşluk seviyesine ulaşmışım, ne metrobüsü allaaaaaaaasen^^) 

gereksiz bilgi: o kadar şık bir yer ki, kahkaha volümümü minimuma indirdim, biz ortamına uygun gülmesini de iyi biliriz ^^

ve daha daha gereksiz bir bilgi; dün gün içinde Göksun'un bloğunda bir yazıda 'arkadaşım Burak, adam aşcı, şahane tarif' vs gibi şeyler okumam, bunu tabii ki unutmam, akşam şefin adının Burak olması, tabii ki bağlantıyı kuramamam ve sonrasında instagram'da Göksun'un 'ne alakaaa yhaaa, senin ne işin var orada' mesajı...

Hayatımız sırlar dünyası yemnederim^^





25 Mayıs 2015 Pazartesi

"Olduğu Kadar Güzeliz"

Olduğu kadar güzeldik.. Kitabı da, kitabın adını da, isim annesi Yıldız Tilbe'yi de pek bir severim ve hayatımı kolaylaştıran da tam olarak bu 'olduğu kadar' hallerini özümsemek oldu. Hayatımın aslında olduğu hali ile olduğu kadar güzel olduğunu anlamak.. 



Aylar aylar önce, tam olarak Kurban Bayramının son günü, ilk defa gittim Moda sahile. 3 kadındık; Göksun ile daha yeni yeni tanışıyor, Elif'in bana sokulmasına yeni yeni izin veriyordum. Çok mutsuzdum, avucumda bir tutam düş kırıkları ile kalakalmıştım, bu şehirde kendimi çok yalnız, çok kaybolmuş hissediyor, evden dışarı çıkmak, hiç kimseleri görmek istemiyordum. Elif zorla çıkarmıştı beni o gün dışarı. Sahilde yürürken 'adamlar deniz kokusu diye bir şey icaat etmiş, sen hala depresyon diyorsun Jalaaaa' diyerek yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirecek, o günden sonra her kendimi kötü hissettiğimde bunu hatırlayacak, koca bir kış kar yağmur fırtına demeden her mutsuz anımda kendimi deniz kenarında bulacaktım. 



o gün, oraya gitmeden Göksun'un yazdığı bir entry okumuştum da https://eksisozluk.com/entry/46034027 Moda'da, sonbaharın son güneşli günlerinden birinde çimler üzerinde yayılırken aslında benim de mutsuz olmak için bir sebebim olmadığını düşünüp, Göksun'un yazdıklarına sonuna kadar hak vermiştim, dünyanın en mutlu selfielerinden birini çekmiştik hatta biz üç kadın, bu fotoğraf kişisel tarihimin en güzel fotoğraflarından biridir hala




eve dönüş yolunda da o entryi refere ederek şöyle bir şey yazmıştım; 



"hidden entry" kısmını ilk okuduğumda da çok etkilenmiştim.. bugün günün değerlendirmesini yaptığımda da vardığım sonuç yazar kişisi ile aynı.. moda'da oturmuyorum (ki hayalini kurduğum şeylerin başını çeker) ama en büyük hayalimi, istanbul'u gerçekleştirdim, kendimi çok kötü hissettiğim günlerde moda'ya gitmek artık hayal değil.. hala yuva yapamasam da mutlu olduğum bir evim var, birlikte delice gülebildiğim, sarılıp hıçkıra hıçkıra aglayabildiğim, sonsuz saçmalayabildiğim, dizinde yatabildiğim arkadaşlarım var ve hepsini çok seviyorum. para yok, iş yok ve başarısız olduğum tek konu da bu değil ama elif'imin de bugün dediği gibi "adamlar deniz kokusu diye bir şey yapmış" deniz kokusu varken bunları kim takar.. bi de tahinli çörek var mesela ve tabii ki çay.. ve kitaplar, ve filmler, anadilinde okuyup, dinleyebildiğime, izleyebildigime, anlayabildiğime şükrettiğim sayısız insan, şahsına duyduğum rahatsızlığın nedenlerini saatlerce anlatabileceğim bir şevval sam var örneğin^^ özetle; kadın haklı, hayat çogzel lan, öpmüşüm parasını, pulunu ve diğer eksikleri..'



ama yine de o 'mutluluk' duygusuna tutunamamıştım uzun vadede, ellerimden kayıp gitmişti. 



Aylar geçti üzerinden, ben karanlıklara bi batıp çıktım ve şu aralar her günün sonunda 'rabbim bu günlerimizi aratmasın' diye şükrederek uyuyorum, mutluyum. Uzun zamandan beri ilk defa hiç düşünmeden 'iyiyim' diyebiliyorum. 



Eksikler yok mu? var tabii ki, sonu gelmez o eksiklerin ama hayatım olduğu kadar güzel, ben olduğu kadar güzelim, kendimi de bu olduğu kadar halimle beğenmeyi, sevmeyi öğrendim, olduğu kadar bir evim, bir yuvam, olduğu kadar param, olduğu kadar bir ben, olduğu kadar bir hayatım var. daha fazlasına gerek yok, daha fazlası daha mutlu etmeyecek. Olduğu kadar mutluyum..



Dün, bu sefer 4 kadın; Göksun'u artık daha yakından tanıyorum, Elif'e bütün duvarlarımı yıktım, Ablam hep vardı, hep olacak, yine moda sahildeyiz, çok keyifli bir hafta sonu geçirmişim, dünyanın en tatlı ego savaşları sonucu ortaya çıkan şahane bir yaprak sarmamız var, yayılmışız çimlere ve herkes kendi havasında, biri boyama yapıyor, diğeri kestiriyor biraz, üçüncünün elinde telefon, ben hayaller diyarında, kimse kimseye trip atmıyor ama, 'bönömlö höç ölgölönmöyörsön' atarı yok, bu yanyana ama birbirimizden bağımsız halimizle mutluyuz. tam o an hayatın çok güzel olduğunu anladım işte. Yanımda o çok sevdiğim insanlardan üçü var, hepsini ayrı ayrı çok seviyorum, o an hepsine böyle çok deli sarılasım geliyor, tabii keşke tüm sevdiklerim olsa yanımızda da mümkün değil, 'olduğu kadar' işte.. 



Güneş, deniz, istanbul, arkadaşlarım, hayat.. her şey çok güzel.. 

Dün tam 11 ay oldu, bir ay sonra bir sene bitecek bu şehirde ve ben tek bir gün bile pişman olmadım, tek bir gün bile bıkmadım bu şehirden, 11 ayı da devirdiğime göre artık buralıyım, artık kabul etti bu şehir beni, olduğu kadar sevdi işte diye düşünüyorum. Nerelerden geldim, ne zorluklar çektim, şükür, bu günlere, bu halimize bin şükür.. Yine çok güzel ve bu sefer 4 kadının olduğu bir selfie çekiliyor, yine o entryi hatırlıyorum, güzel lan diyorum, benim hayatım güzel, olduğu kadar güzel işte, daha ne istiyorum ki, evet rabbim bu günleri aratmasın, bu insanların yokluğunu yaşatmasın, beni maviden ve sevdiğim herkesten, her şeyden mahrum bırakmasın. 







Akşama doğru kalkıp kendimizi tombul kıvrımlı 'asuman'ın o sonsuz mutluluk veren kollarına bırakıyoruz, o da hayatı güzel kılan bir başka ayrıntı, ardından tabii ki istisna tatlar, sahip olduklarım/ızın farkına varmamıza vesile olan o şirinlikten ölecek mekan ve tabii ki çay. Sonra Elif'imle eve geliyoruz. Balım, bir başka mutluluk kaynağım, bizi karşılıyor söylene söylene, 'sana gezme demiyorum ama beni neden aç bırakıyorsun be kadın' dercesine triplerde. kanapeye yayılıyoruz, ben sızıyorum, başıma şefkatle bir el dokunuyor; 'Jalaaaaa, hadi git yerine yat' gülümsüyorum, hayat çok güzel lan diye geçiyor içimden ve yine sızıyorum yorgun ve mutlu..