10 Aralık 2012 Pazartesi

Biraz Değiştim..

Bu hatayı ilk ve tek yapan ben olmasam da, bu ayıbımı hafifletmez..Bir yerlerden bir kısmını duyup ve de hiç araştırmadan 'Can Yücel şiiri' olarak kaydettim hafızama ve de Can Yücel şiiri olarak da başka insanlara tanıttım üstelik..Neyse ki işin doğrusunu bilen biri çıktı da düzelttim sayesinde bu hatamı..

Kadın şairlerle aram pek hoş değildi Birhan Keskin şiirleri ile tanışana kadar..ve fakat tam da bu günlerde yine kelimelerim benden giderken, tam da orada, benden daha önce aynı şeyleri hissetmiş, yüreğinden dolup taşan duyguları kağıda dökmeyi başarmış, üstelik bunu benim asla yapamayacağım kadar güzel yapmış bir başka kadın var işte..Çisel Onat..

Belki kolaycılık şu an yaptığım..kendi duygularımı, kendi kelimelerimi bastırıp 'burada yapılmışı var' diyor olabilirim, ama 'galiba yoruldum...her şey kadar, herkes kadar, sen kadar'...

Biraz da Çisel hanımdan özür babında bu yazı..Hani belki bu yazıyı okuyan bir kişi dahi olsa onun şiiri ile tanışır ve bir gün bir yerlerde karşınına çıkarsa bu şiir 'Can Yücel' imzası taşımadığını bilir..

Konuşmak isterken ve de konuşamazken, içimde onca kelimeyi hapsederken, o kelimelerini özgür bıraktığı için ve 'sesim' olduğu için de bir teşekkür yazısı bu..




Biraz değiştim

biraz değiştim,
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
değiştim…

unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
ben benimle savaşıyorum,
seninle değil…

sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
sorun değil…

elbet alışırım…
biraz alıştım.
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

alıştım!
varlığını istemediğim tüm eksik yanları
ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim
iki arada bir derede duyguya alışıyorum…
bir yanım bırak diyor bir yanıma
kesin değil! henüz tanıştık…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
bir yanım memnun oldum diyor,
bir yanım tanıyamadım daha
samimi değil…
bir hayli kırıldım…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım…
aslında ne sana, ne olanlara…
kendime kırgınım!..
maziye hiç değil, âna kırgınım
anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara
beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
bir hayli kırgınım…
beni ben kırdım oysa…
iyi değilim.

galiba yoruldum…
her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…

kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum
aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..

toprağa bakan yanım senden zaten ayrı
sana bakan yanımsa toprakla aynı
hıh! ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!

gözlerim yorgun…
dudaklarım, dudaklarım hissiz…
dokunulmadan geçen yıllar bana ağır…
sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
söyleyemediklerini söylesen de şimdi
sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!
isteyerek değil…
çok çalıştım

paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
daha önce de gitmiştim…
çok çalıştım…
paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
çok çalıştım…

daha önce de gitmiştim…
kendi isteğimle…
anladım ki daha önce sevmemiştim!

çok çalıştım inan
değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
ve alışmaya kendime…
bu göz gözü görmez dumanlı halime
çok alışmaya çalıştım hem de…

tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
birini yaşattım! yaşatıyorum da hala
ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da
yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
an be an çöküyor, insanın içindeki güç
ışığı sönüyor…
beyaza dönüyor rengi git gide
hissizleşiyor…

ne yormak istedim seni,
ne de yormak kendimi
çok çalıştım
gitmeye de kalmaya da…
ikisi de aynı acı, ikisi de rezil
daha önce de gitmiştim
ama böyle kalarak değil
böyle kalarak değil


Çisel Onat








30 Kasım 2012 Cuma

Ben seviyorsam sen bahanesin..











Aşk bir bencillik halidir..Tabii ki karşılığını görmek güzel, ama aşk her zaman tek kişilik yaşanır..Önemli olan bizim duygularımızdır, bizim hissettiklerimiz, bizim aşkımız..nasıl ki bir insana zorla sevdiremezseniz kendinizi, zorla da sevmekten vazgeçiremezsiniz, ne kadar itseniz de..

Her şey birden bire olur..Nasıl olduğunu anlayamaz, anlam veremezsiniz..Bir açıklaması yoktur, bir cevabı yoktur 'neden o?' sorusunun..Hatta bazen 'keşke, keşke elimde olsa, keşke kontrol edebilsem, keşke bastırabilsem, yok edebilsem bu duyguyu' dersiniz ama olmaz, yapamazsınız..Aşk kontrol edilemeyen tek duygudur..

Ve aşk hiç beklemediniz bir anda gelip sizin yüreğinize 'sev!' emrini verdiğinde, karşınızdaki insan sadece bahanesi olur..

Sonra da bu 'bahane'ye en güzel anlamları yükleriz, onu en güzel şekilde görürürüz..o özeldir, tektir, o aşktır..

Bu bencil duyguda bizim algılarımızdır önemli olan..Aynı olayı siz çok farklı ve özel algılarken örneğin, aşık olduğunuz kişi için çok farklıdır, belki o kadar özel değildir, belki çok sıradandır..çok şanslıysanız onun için de özel ve güzeldir ama yine de farklıdır, onun bakış açısı farklıdır zira..onun algısı farklıdır..Nasıl ki o sizin bahanenizse, siz de onun için bahanesinizdir..onun yaşadıkları da ona özeldir..

Aşkı hep 'sabit odaklı objektif' ile  fotoğraf çekmeye benzetirim..Fotoğrafla ilgilenenler bilir, sabit objektifle fotoğraf çekmek hareket gerektirir..çekmek istediğimiz objeyi durduğumuz yerden 'zoom'layarak yakınlaştıramayız..bizim ona yaklaşmamız, bizim açımızı değiştirmemiz gerekir..emek harcamamız..en iyi açıyı bulana kadar da devam ederiz, yaklaşırız, uzaklaşırız, eğiliriz, en uygun ışığı ararız..ve işte sonra bizim gördüğümüz şekli ile o en güzel fotoğrafı çekeriz..

Hiç başınıza geldi mi bilmem, hani bir fotoğraf karesi görürsünüz, ya da bir filmde çok hoşunuza giden bir yer, illa oraya gidip kendi gözlerinizle görmek istersiniz de, gidince de verdiğiniz tepki 'bu mudur?' olur..o fotoğrafı, ya da o sahneyi çeken kişi ile yakaladığınız kadraj aynıdır ama, bakış farklıdır..o aşkla bakmış, aşkla çekmiştir o kareyi..

Aslında tek bir gerçek vardır. O obje, yer, kişi hep aynıdır da, bizim perspektifimiz değişir..O gerçek bizim nerden baktığımıza göre şekillenir..aşk belki biraz da optik yanılgıdır..'etkili perspektif'..görmek istediklerimizi gösterir bize aşk, güneşi avucumuzda tuttuğumuza inandırır..

Aşk hallerinde o kişiye en güzel, en özel açıdan bakarız..Gülüşü yüzlerce insana çok sıradan gelebilecek olan kişi, bizim için dünyanın en güzel gülüşüne sahiptir, en güzel ellerine, en güzel ses tonuna..en güzel o bakar, en güzel o kokar..biz öyle görmek istediğimiz için o öyledir..Biz sevdiğimiz için o 'özeldir'..Bizim sevgimizdir onu bu kadar özel, bu kadar güzel, bu kadar farklı kılan..Siz o kişinin en mükemmel halinin fotoğrafını kazımışsınızdır beyninize, yüreğinize..dışardan bakan birinin vereceği tepki belki de sadece 'bu mudur?' olacaktır..

Çok sevdiğim bir arkadaşım sevgilisi ile ilgili 'dünyanın en güzel çay içen adamı' diyor, onun o çay bardağını tutuşu bile bambaşkaymış ona göre..ben buna aşk diyorum..nasıl ki onun sevgilisi çok güzel çay içiyorsa, sizin sevgiliniz de belki en güzel sigara içen adam/kadındır..ya da en güzel 'sevgilim' diyen..en güzel 'sevdiğim' diyen..başkalarına itici gelecek herhangi bir davranışı sizin gözünüzde çok çekicidir, sizin başka bir insanda çok itici bulacağınız herhangi bir huy, ona gelince hiç rahatsız etmez..siz istediğiniz için bu böyledir ama..yoksa o rahatsız edici davranış hala orada duruyordur, sizi hala başka insalarda rahatsız ediyordur, çünkü onlara bakarken en güzel açıyı arayıp bulmamışsınızdır..onlara aşkla bakmıyorsunuzdur..

Bu yüzdendir bir çok dilde 'güzellik görenin gözündedir' sözünün bulunması, ve bu yüzdendir 'uğruna çöllere düştüğün Leyla bu mu?' sorusuna, Mecnun'un 'siz onu bir de benim gözümle görün' cevabını vermesi..(Aynı hikayenin Ferhat ile Şirin versiyonu da vardır, kişiler değişse de aşk aynıdır zira

Hani hep Mecnun mecnun olur muydu Leyla olmasa diye sorarlar ya, peki Leyla, Leyla olur muydu Mecnun olmasa?..gül maşuk olur muydu, bülbül olmasa? Peki ya sen bu kadar özel olur muydun benim aşkım olmasa?

Ve fakat aşık olduğumuz kişiye gösterdiğimiz ilgi, sevgi o kişiye bir nevi çektiğimiz o mükemmel fotoğrafı göstermek gibidir..kendisini öyle muhteşem bir açıdan görür ki o karede, aslında bunun bizim bakış açımız olduğunu unutur..kendi gerçekliğini unutur..tam olarak bu noktada hırpalamalar başlar işte..o kusursuzdur, mükemmeldir, vazgeçilmezdir..sevilmeye değer tek kişidir..sevmeye ihtiyacı yoktur, karşılık vermeye..çünkü onu herkes sever, bizim sevgimiz o kadar da özel değildir, biz olmasak da bir başkası aynı sevgiyi verecektir ona..bilmez ki aslında o sadece bahanedir..bilmez ki aşıkın maşuka ihtiyacı yoktur..

Kibrinden o fotoğrafın bizim gördüğümüzü yansıttığını unutanlaradır adı gibi aşık Veysel'in feryadı, isyanı; 'güzelliğin on par' etmez bu bendeki aşk olmasa'..

Yüreğinize söz geçiremezsiniz evet, aşka söz geçiremezsiniz ama size o 'sev!' emrini veren aşk bir gün gelir yorulur, bir gün 'vakti geldi artık bu yürekten gitmenin' der, 'yeterince konakladım bu yürekte, vakti geldi' der ve gider..giderken de yüreğinize 'yeter!' diye fısıldar..yeter yandın, yeter kanadın, yeter dayandın benim bu yok edici ateşime..yeter..

Ve aşk sizden gittiğinde o gülüş yine milyonlarca insanın gülüşüne benzer..Aşk sizden gittiğinde artık o da 'herkes gibidir'..

Nasılsa öyle yaşanacaktı

Söylenecek bir bahane hep vardır;
Ha bugün yalnız
Ha günün ötesi
...Seni sevmek
Beni harcamak olmayacaktı.

Sana yüklediğim anlamları
Senmişsin gibi düşünme,
Aldanırsın.
Sen o anlamlarla
Sadece bende varsın.

Ben seviyorsam
Sen bahanesin 

                                                          (Özer Bal)






Anlamlı günleriniz olsun.. 


bitutam

25 Kasım 2012 Pazar

Bana bir masal anlat..






80lerde çocuk olmayı bilenler bilmeyenlere anlattı, herkes öğrendi de, peki ya 80lerde gurbette çocuk olmak?

benim için fakirlik demek ve yalnızlık..Akıl almaz bir fakirlik..akıl almaz bir yalnızlık..

yüksek tavanlı, tuvaleti dışarda, uzun koridorlu, sobalı bir evde büyüdüm..geceleri sobanın duvara yansıyan alevlerine bakar hayal kurardım, öyle dalardım uykuya..Ninni söyleyen, masal okuyan yoktu bana..Annem, babam fabrika işçisi..Babam gece vardıyasında, her gün en geç 19:30da evden çıkmak zorunda, annem iki vardiya çalışıyor, bir hafta sabah 4te gidiyor işe, diğer hafta gece 10da çıkıyor..Bu benim için en geç 19'da uyumak demek..Yalnızım evde, babam beni bırakıp işe gidiyor, aklı bende, annem ancak 23 gibi eve geliyor, ben uyumak zorundayım..uykuda bir şey gelmez başıma..

Çok az oyuncağım var..minik bir çiftlik hatırlıyorum sanki, 2-3 minik at, koyun..lego hatırlıyorum bir de, bir avuç dolusu da legom var, nerden geldiği belli olmayan.. bir ev yapmaya bile yetmiyor..herkesin barbie bebeği var ama bizim 'barbi' alacak paramız yok..belki de bebeklerle oynamadığım için kız olmayı öğrenemedim..

Anaokuluna gitmiyorum, yer mi yok, para mı, bizimkilerin evhamından mı bilmiyorum..evdeyim, hep evdeyim..kapının önünde minik bir park var ama, oraya gönderirken bile annemin aklı çıkıyor. 'ya çocuğumun başına bir şey gelirse'..nitekim bir gün kumda oynarken çivi batıyor baldırıma, o günden sonra o park da yasak..hastalıklı bir şekilde korunup, kollanarak büyütülüyorum..her şey yasak..kaykay tabii ki yasak, kolumu bacağımı kırma tehlikesi o kadar yüksek ki.. paten? mümkün değil..ağaçlara tırmanmak? şaka yapıyorsunuz..bisiklet? güldürmeyin beni..

Belki de bu yüzden çok erken öğreniyorum okuma yazmayı..daha okula başlamadan okuyabiliyorum..ve o günden sonra dışarı çıkmak da istemiyorum..Kitaplarım var artık, beni istediğim her yere götürüyor o kitaplar, bana dünyanın kapılarını açıyor..hem annemin artık korkmasına da gerek yok, okurken başıma bir şey gelmez..okumaktan zarar gelmez..

sadece Yılmaz Erdoğan'ın değil, benim de Kemalettin Tuğcu'larım var..o küçücük yüreğim acıyla tanışıyor, okudukça ağlıyorum.. hani zarar gelmezdi okumaktan? O kitaplar bana zarar veriyor!! Ağaçlardan düşmekten, kolu bacağı kırmaktan çok daha büyük hasar görüyorum, yüreğim acıyor, çocukluğum ziyan oluyor..

Çocukluğum demek, kitapların yanı sıra, duvarlarla konuşmak demek..Duvarlarla konuşuyorum..orda kimi görüyorsam artık, cevap veriyorum, sohbet ediyorum, kavga ediyorum..o kadar yalnızım ki, duvarlar arkadaşım oluyor..doktora götürüyorlar endişelenip, hayal dünyası geniş bir çocuk bırakın konuşsun diyor doktor, zarar gelmez, bırakın konuşsun..

80lerde gurbette çocuk olmak demek, et kuyruğu demek..Et almak için kuyruğa giriyoruz, sabah ayazında..Belirli aralıklarla Kızıl-Haç ucuz et satıyor, kişi başına belli bir kilo et..ben de 'kişi' sayılıyorum, o yüzden benim de sabah ayazında babamla kuyrukta beklemem gerekiyor..sadece türkler bekliyor o kuyrukta, almanların böyle bir şeye ihtiyacı yok..

Her yere yürüyerek gitmek demek 80lerde işçi bir ailenin çocuğu olmak..Arabamız yok, otobüse verecek paramız yok, yürüyoruz..zaten yaşadığımız şehir çok küçük, en uzak mesafe 2 saat yürümek demek..yürüyoruz, her yere yürüyoruz..cumartesi haftalık alışveriş yaptığımızda annem babam eli kolu poşet dolu eve kadar kilometrelerce yürüyoruz..

ve yorulunca babamın beni omuzlarında taşıması demek, annemin sırtında taşıması..çok yorulduklarında ve beni tekrar yürütmek istediklerinde polisle korkutmaları demek..'bak kızım polis amca geliyor, hadi in de yürü biraz, kızar sonra sana'..o günden beri kaskatı kesiliyorum polis gördüğümde..hala geçmedi, geçmez de içimdeki polis korkusu..

Haftasonu demek 'videocu' demek..alışveriş bittikten sonra babamla birlikte 'videocu'ya gidiyoruz..Film kiralamaya..bütün bir hafta sonunu evde yeşilçam filmleri ve 'hint filmi' izlereyek geçiriyoruz.. Amitabh Bachchan' a aşığım, en çok onun filmlerini seviyorum. Hep onun filmlerini kiralayalım istiyorum..

Haftasonu demek aynı zamanda misafirlik demek..Ya bizim evi dolduran misafirler, ya bizim gittigimiz..hep aynı aileler, hep aynı şema..Kadınlar mutfakta, lahmacun, içli köfte, kebap, sarma ne gelirse aklına deli gibi yemek yapıyorlar..Erkekler oturma odasında 'hoşkin' oynuyor..ben babamın dizinin dibinde..görüştüğümüz ailelerin hiç kız çocuğu yok, oğlanlar çok nadir alıyor beni aralarına, mutfakta kadınlar arasında oturmaktan sıkılıyorum..en iyisi hoşkin bu durumda..alışığım da zaten..Annemin 'öğlenci' olduğu haftalar babam benimle hep kahveye gidiyor..ne yapsın adam bütün gün çocukla? alıp kahveye götürüyor işte..Sigara kokusu, iskambil kağıtları ve okey taşları arasında büyüyorum..ve ağız dolusu küfürler arasında..kahvede öğreniyorum pişti oynamasını ve kahvede öğreniyorum küfür etmesini..erkeklerin arasında büyüdüğüm için kız olmayı öğrenemiyorum..

Pazar günü demek, banyo günü demek..evimizde banyo yok, leğende yıkanıyoruz..annem su ısıtıyor..sobanın yanında yıkıyor beni, üşütmiyeyim diye..

Gurbette çocuk olmak demek, özlemek demek..Ablam var Türkiye'de..çok seviyorum ablamı, o da beni çok seviyor..Abilerim var, onları da çok seviyorum ama onlar beni pek sevmiyor..olsun, onlar da sever bir gün, ben sevmekten vazgeçmiyorum, onları da özlüyorum..kuzenlerim var, kız kuzenlerim..senede 1-2 hafta dahi olsa arkadaşlarım var, kızlarla oynuyorum 1-2 hafta dahi olsa..hep onların evindeyim, orda yatıyorum çoğu zaman, döşeklere sinmiş o keskin idrar ve ter kokusuna rağmen seviyorum onların yanında olmayı, o kokuya rağmen orda uyumayı seviyorum..mutluyum..geceleri 'dam'da yatıyoruz..Amcam bize yıldızları anlatıyor..'yedi uyurlar'ın hikayesini anlatıyor, en çok o hikayeyi seviyorum, amcamdan hep onu anlatmasını istiyorum..sadece türkiye tatillerinde hikaye anlatılıyor bana..çok mutlu oluyorum..yıldızlar altında uyumak, yıldızların arasında yedi kardeşleri arayıp bulmak, onların  hikayesini dinleyerek uyumak delice mutlu ediyor beni..

Eniştem de var, hatta en çok eniştemi seviyorum..Abilerim ilgilenmese de o ilgileniyor benimle..Ablamla birlikte masal anlatıyorlar bana, hikayeler, tekerlemeler, şarkılar..çok seviyorum eniştemi, ablamı çok seviyorum..Bir küçücük aslancık var, hani şu ormanda koşup oynayan, babası onu çok seven aslancık..onun sonuna çok üzülüyorum, ağlıyorum her seferinde..Ablam gülüyor, sarılıyor bana, burnumu öpüyor, en çok burnumu seviyor ablam..hep burnumu öpüyor..sonra damdan düşen kurbağanın mezar taşı yazısına geliyor sıra..benim şaşkın bakışlarım, tekerlemenin bir türlü bitmemesi, benim daha da çok şaşırmam çok eğlendiriyor ablamı..kahkahası çınlatıyor ortalığı..çok güzel gülüyor ablam..çok güzel bir kadın..elleri çok güzel, yüzü çok güzel, saçları çok güzel..büyüyünce ablam gibi olmak istiyorum..hiçbir zaman ablam gibi olamıyorum..hiçbir zaman ablam kadar güzel gülemiyorum, hiçbir zaman ablam kadar güzel, ablam kadar kadın olamıyorum..

Büyüdükçe ve eniştem çoktan gittiğinde, ben artık ablamı o kadar sevmiyorum..sonra eniştemin ölüm haberi geliyor bir gün, daha sonra ablam ölüyor..veda bile edemiyorum ikisine de..biri çekip gittiği için, birinden ben gittiğim için..oysa en çok ikisini severdim..küçükken.

Dönem önemli değil, gurbette yaşamak demek sevdiklerinize veda edememek demek..

Bir de masal  hattı var Türkiye'de..o 1-2 haftalık tatillerde ben hep masal hattını arıyorum gizli gizli..masal dinleyerek uyuyorum senede bir kaç gün..en mutlu uykularım, en güzel, en mutlu, en neşeli günlerim hep Türkiye tatillerinde yaşanıyor..sonra yine dönüyoruz Almanya'ya..ben ve Türkiye'den getirdiğim kitaplar yine başbaşa kalıyoruz..Annem, babam yine işte..Kitaplar, duvarlar ve ben yine evde..yine özlemeye başlıyorum..o mutlu yaz gecelerini özlüyorum, sobanın yanan alevine bakarken yıldızları özlüyorum, bana anlatılan masalları özlüyorum..doyamıyorum hiçbir şeye..her şey yarım, her şey kısıtlı zamanlara sıkıştırılmış..en geniş zaman yalnızlığa ayrılmış..doyamıyorum çocukluğuma..çocukluğum yarım..


Şimdi anlıyor musun ninnilere, masallara olan açlığımı? hadi bir masal anlat bana..

bitutam


24 Kasım 2012 Cumartesi

Geceleyin Gökyüzünden Canım Güneş Topla Benim İçin..




“Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...”

“Ne demek bu?”

“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak.“

Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.

“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Ve zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hep güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...” (Le Petit Prince)




Yıldızlar ülkesinde çok sevdiğim var benim ve yıldızların birinde oturup bana el salladıklarını düşünmesem dayanamazdım o acıya..Ismail abi'nin gemilere el sallaması gibi düşün, ben de yıldızlara el sallıyorum..o  yüzdendir yıldızlı gecelerde ergen coşkusu göstermem, delice mutlu olmam yıldızlara bakarken o yüzdendir..



Burak..ben orta 2deyken o lisedeydi. Başlarda hayranlıkla karışık bir çekingenlik vardı ona karşı, sonra arkadaş olduk. Ortaokul bebesi liseli biriyle arkadaş, vuuuuuu artık kasıntı hallerimizi var sen düşün. 



'Burak'tı o evet ama içten içe bir ağabey saygısı da yok değildi ona karşı. Bira içerken yanında utanırdım. Küfür etmemeye dikkat ederdim. Bir gün onun yanında sigara paketini koyduğumda masanın üstüne (orta 2de sigara içiyordum, evet)  'hayırdır bitutam' demesi ile kendimi yerin dibinde bulmam bir olmuştu. Güzel şiir yazardı Burak, güzel türkü söylerdi. Güzel bakar, güzel konuşurdu. Güzel içerdi..Güzel adamdı Burak, güzel insandı..


Çok efkarlandığımızda yiğidim aslanım'ı söyler ağlardık, güneş toplardık mutlu olduğumuzda. 

Kısa sürdü arkadaşlığımız.. O senenin sonunda ben Almanya'ya döndüm, sevdiklerim uzaklarda kaldı..Hala görüştüğüm, 20 senedir bütün uzaklara rağmen elimi bırakmayan arkadaşıma mektuplar yazardım o yıllarda ve hep Burak'a selamla biterdi o mektuplar. Burak da bana selam söylerdi her gelen mektupta. 

Anlatırdı arkadaşım; Burak çok iyi derdi, Ankara'yı kazandı, orda bir de sevgili yaptı kendine, çok seviyor o kızı, biz de onun hatırına sevmeye çalışıyoruz derdi, okulu uzadıkça uzadı, biz de gidicez Ankara'ya onun yanına, az kaldı derdi, sen de gel, yine hep bir arada olalım derdi...çok güzel olacak, Ankara bizimle çok güzel olacak derdi..

Onlar gerçekten de gitti Ankara'ya, ben mektup yazıp selam söylemeye devam ettim..

Seneler sonra gidebildim arkadaşlarımın yanına ve Ankara'nın kışına..

Burak yoktu? o gelmemişti beni karşılamaya, akşam gelir miydi ki? onu da görebilecek miydim? Manitası mı sorun çıkarıyordu acaba? onu da görmek istiyordum ama..

Gelemezdi Burak, yoktu..yakalandığı hastalıkla savaşmak istememiş, pes etmeyi tercih etmişti, tedavi olmak istememiş, bile bile hayatının en güzel yaşında ölümü seçmişti Burak..Seneler önce gitmişti yıldızlar ülkesine ve senelerce söylenmemişti bana..

Bazı şeyler mektuplara sığmıyordu, bazı durumlarda kelimeler bütün anlamını yitiriyordu..bu yazılarak anlatılacak, yazılarak paylaşılacak bir acı değildi..

senelerce ölü birine selam yollamıştım..


o günden sonra da hiç bırakmadım Burak'a selam göndermeyi..

Selam olsun sana deli Adam..Biliyor musun hala yüzüm kızarıyor en ufak utanç anında..hala seni düşünüyor ve ağlıyorum her yiğidim aslanım'ı söylediğimde..eskisi kadar çok gülemiyorum, 'hayat' diyelim kısaca buna..sigarayı bıraktım ama bak..ve son bir şey daha; 

Ankara sensiz çok anlamsız..


bitutam


                                                            

ekşi sözlük: 'selam yollanan kişinin öldüğünü öğrenmek' / 21.07.2012

Gel Gör Beni..





"...o gece sessizdi, gerçekten döndüm ve baktım sana ve seni sevmek için hiçbir şey yapmama gerek kalmadı. sana bakınca otomatikman seviyor işte insan."



Bir kadına söylenebilecek en güzel şey bu mu bilmiyorum ama uzun zamandır bana söylenen/yazılan en güzel şey bu..



Bu kadar kolay aslında, bir insanı sevebilmek bu kadar kolay..sadece durup bakmak yetiyor bazen, görmek..

Görmeyi, gerçekten görmeyi öğrenene kadar hep yanlış yöne baktım..Arkamda biriken sevgi yığınını ısrarla görmezden geldim, belki de hep daha fazlasını istedim..

BENİ de sev, sen DE sev, SEN de..SEV..

Görmeyi öğrendim sonra, sevmeyi, sevdiklerimi özel kılmayı öğrendim..




İnsanlığın en eski ihtiyacı; sevmek sevilmek, ilgi görmek, farkedilmek, görünmek.. en yürek dağlayan beddua bile işte bu yüzden bir feryada dönüşüyor..

'Kör olasın demiyorum, kör olma da GÖR BENİ'..

ve durup baktığımız, bakıp gördüğümüz, görüp sevdiğimiz insanlardan bunun karşılığını bulamayınca, onlar için 'görünmez' kaldıkça isyanımız ve yakarışımız bu yüzden..


'iki göz yeter görmeyi bilsen
gönül seslenir bir duyabilsen

elim uzanır, dokunabilsen
sevsen.. dönsen.. 

ah bilsen.. bir bilsen..'


Yüreğimizi karartıp, bizi görenleri itmemiz de bu yüzden..daha fazla ilgi, daha çok sevgi, daha çok, en çok..

tüketiyoruz..güzel olan her şeyi tükettiğimiz gibi en güzel sevgileri de tüketiyoruz..yetmiyor, hep daha fazlasını istiyoruz..

ve tükeniyoruz..daha fazlasını talep edip, karşılığını vermedikçe tükeniyoruz..Sevmeyi unutuyoruz..bakmayı, görmeyi..

Artık bütün güller birbirinin aynı..o tek bir özel gül yok..bizim olduğu için, ona zaman harçadığımız için özel olan, güzel olan, en güzel olan gül yok artık..onun nazını çekecek, ona su ve sevgi verip 'özel' hale getirecek, onu bütün tehlikelerden koruyacak aşk yok artık çünkü..sıradanlaştırıyoruz, sıradanlaşıyoruz..

Sevginin 'ehlileştirmek ve ehlileşmek' olduğunu unuttuk çoktan..bir insanı tanımak ve sevmek için ona vakit ayırmak gerektiğini, ona yavaş yavaş alışmak gerektiğini unuttuk..her şey bir an önce olsun istiyoruz, olmuyorsa da önemli değil, bütün güller birbirinin aynı çünkü..

Kalbimizle görmeyi unuttuk..

                                                             Yalnızlığımız bu yüzden..




21 Kasım 2012 Çarşamba

Olmasaydı sonumuz böyle..




Lisenin ilk günü. Yeni bir okul, yeni arkadaşlar, 15 yaşındayım..

hiç unutmam, daha ilk gün gördüm onu, adına Ali diyelim hadi. Uzun boylu, esmer, havalı, lise son sınıf(mış sonradan ögrendim). Daha o gün çarpıldım. Ama onun beni fark etmesi imkansız, okulda ciddi bir hayran kitlesi var, herkesi etrafında toplamayı başarıyor, kızlar ağzının içine bakıyor. Her gördüğümde kalbim yerinden çıkarmışçasına atıyor ama, yine de en umursamaz görünmeyi başaran da ben. 

Arada bir laflıyoruz; naber Ali, naber bitutam..

Bazen de siyasi ve dini tartışmaların ortasında buluyoruz kendimizi. Mezhep ve siyasi görüşlerimiz farklı, ikimiz de dünyayı kurtaracağımıza inanıyoruz da, yöntemlerde pek anlaşamıyoruz. Ama 2 ortak noktamız var; kitaplar ve Ahmet Kaya..o gizli gizli dinliyor Ahmet Kaya'yı, ben bangır bangır..Babası arabasında Ahmet Kaya kasetlerini bulduğunda kıyametler kopuyor..Bana Hermann Hesse'nin Steppenwolf'unu veriyor, içinde adı yazılı, hala durur..daha sonra da Goethe'nin Faust'unu, onun da içinde adı yazılı, o da hala durur. geri vermek istemediğimden değil, sende kalsın dediğinden..

lise 1de bütün bir kışı sabahları okul kapısının önünde donarak geçiriyorum. O günlerden kalma peşpeşe sigara içişim..Ders zili çalmadan 5 dakika önce gelmek gibi bir huyu var, ben kapı önünde tirtir titreyerek sigara içiyorum, onu bekliyorum..gelecek, yanımdan geçecek 'günaydın bitutam' diyecek..belki de durup benimle birlikte bir sigara içecek..bunlar beni mutlu etmeye yetiyor..daha fazlası olamaz..o kim, ben kim..hoş günaydın bitutam dediğinde de, ben domates gibi kızarıyorum zaten, devamı gelmiyor ki...o mezun oluyor, benim daha 2 senem var..arada bir okula uğruyor, anında bomba etkisi yaratıyor, Ali gelmiş duydunuz mu??! Ali burdaymış koşun kızlar!!..


bir gün düğün davetiyesi geliyor..Ali evleniyor..evlenmesine üzülmüyorum da, o kızla evleneceğine üzülüyorum..o da bizim liseden..beraber olduklarını bile bilmiyordum..etrafında ona aşık o kadar kız dururken, nasıl olur da onunla evlenir, üstelik daha üniversiteye yeni başlamışken, daha bu kadar gençken aklım almıyor..



Gidiyoruz düğüne süslenip, püslenip, yanımda ona aşık olduğumu bilen tek insan, en iyi arkadaşım, kankardeşim..bakıyorum bizim okulun kızları hepsi bir masada, hepsinin gözler şişmiş, neşeli görünmeye çalışıyorlar ama hepsi berbat durumda..benim yüzüme bakıyorlar, maskem gayet yerinde, ağlamadım, neşeliyim, deli gibi eğleniyorum..bir ara kankayla tuvalete gidiyoruz sigara içmeye (o yıllarda öyle düğün derneklerde herkesin önünde masaya paket koyamıyoruz, gizli saklı tuvaletlerde içiyoruz) benim kanka başlıyor ağlamaya, ama nasıl ağlıyor hıçkıra hıçkıra..hiç unutmam üzerimde beyaz bir bluz var, boynuma sarılıp ağlıyor, bluz makyaj lekeleri ile mahvoluyor..benim için ağlıyor, benim yerime ağlıyor..çok üzülüyorum bitutam diyor, biliyorum çok üzgünsün, belli etmemeye çalışıyorsun ama ben biliyorum ve seninle birlikte benim de içim acıyor diyor..bütün derdi tasayı bırakıp bir de onu teselli ediyorum..tekrar masaya döndüğümüzde bütün gözler kankaya çevriliyor, aynı anda bütün nefret oklari..meğer bitutam değilmiş aşık olan, bu kızmış diye düşünüyorlar..ilk ve son defa o gün bir insan benim yerime vekaleten ağlıyor..


2 sene sonra ben de üniversiteye başlıyorum. Aynı şehir, aynı üniversite, hatta aynı fakülte..hiç karşılaşmıyoruz, ben de unutmu$um zaten, gözlerim onu aramıyor...bir gün kampüste arkamdan biri sesleniyor, dönüp bakmıyorum..Deli gibi aşık olduğum biri var, sırf onun yanında uyuyabilmek için 24 saat içinde gidiş dönüş 3000 km yol yaptığım yıllar, gözüm hiç kimseyi görmüyor ki, arkamdan seslenen kişiye bakayım..yetişiyor, duymuyor musun, neden bakmıyorsun kız? diyor biri..tam ters bir cevap vermeye hazırlanıyorum ki, karşımda Ali..ayak üstü biraz sohbet ediyoruz, karısına selam yolluyorum ve yine herkes kendi yoluna gidiyor..


yine seneler sonra duyuyorum ki boşanmış, belliydi böyle olacağı diyorum..ruh sağlığı bozulmuş, uzunca bir süre hastanede yatmış, toparlayamamış kendini, defalarca intihar girşiminde bulunmuş diye anlatıyorlar..çok üzülüyorum, ama ben kendi karanlığımla boğuşuyorum o dönemler, kimseye manevi destek sağlayacak durumda değilim..


olaylar olaylar ve tesadüfler tesadüfler sonucu 2009 kışında mailleşmeye ba$lıyoruz, buluşup kahve içme kararı alıyoruz..daha ilk buluşmada en patavatsız ve de ayarsız halimle "ben sana lisede çok aşıktım Ali yaaa" diyorum gülerek..kızarıyor, utanıyor, ne diyeceğini şaşırıyor.."öyle mi, hiç farkında değildim" gibi bir şeyler geveliyor..ben işi gırgıra vuruyorum..söyledim rahatladım..Ali artık beni heyecanlandırmıyor..öylesine laf olsun torba dolsun diye söylenmiş bir $ey..hani belki eskileri hatırlar da birlikte güleriz diye..öyle olmuyor ama..


telefonda konuşmayı sevmeyen insanlar olarak aylarca mailleşiyoruz, buluşuyoruz bir kaç defa..iyi değil, uçurumun kenarında, her an düşecek gibi..destek olmaya çalışıyorum bu sefer, ama elimden çok fazla bir şey de gelmiyor..ikimiz de kırık dökük iki yetişkin..artık ölümüne savunacak bir ideolojimiz bile kalmamı$..kitaplar bile üzerinde uzun süre konuşacak kadar önemli değil artık..yorgunuz, dertlerimizi seviyoruz..



onunla görüşmeye devam edersem beni de istemeden o karanlığa çekeceğini farkediyorum..tekrar dibe vurmak istemiyorum, zar zor çıkmışım zaten ordan..buluşmalarımızın birinde yanımdaki kitap ilgisini çekiyor  Markus Zusak - The Book Thief ona veriyorum, içinde adım yazılı..hala onda..


en son 2010 yazında görüyorum, bir kafede oturmuş kahve içiyor.."kırdım yine kafayı, hastaneye yatırdılar, bugün izin aldım dışarı çıktım biraz, birazdan döneceğim yine" diyor. benim de acelem var o gün, "Türkiye'ye tatile gidiyorum yarın, 6-7 hafta yokum, dönünce ararım" diyorum, aramıyorum..mail atıyor buluşalım bir gün diye, tamam ayarlamaya çalışırım diyorum geri dönmüyorum..bir daha ondan da mail gelmiyor zaten..yine unutuyorum..yine kendi hayat akışıma kapılıp gidiyorum..

Dün kankam "Ali'yi görüyorum, her gün bizim evin önünden geçiyor, yazık hiç iyi değil durumu, saç sakal birbirine karışmış, yolda sürekli kendi kendine konuşuyor, eller kollar havada kendi kendine kavga ediyor" diyor..içim acıyor...geçen yılları düşünüyorum, liseye ilk başladığım gün geliyor yine aklıma..o havalı çocuk geliyor aklıma, o utangaç kız..şimdi 35 yaşında meczup bir adam, ben 32 yaşında kırık dökük bir kadın..ne benim uğruna dağları, denizleri aştığım adam var artık, ne de onun hayatını adadığı, uğruna ruh sağlığından olduğu kadın..

Hani severdik ya ikimiz de Ahmet Kaya'yı..Olmasaydı sonumuz böyle..

                                                                                           


                                                                     ekşi sözlük 'platonik aşk'/13.01.2012

20 Kasım 2012 Salı

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil..

..ama çirkeflik değil..

Hayatta ilişkiler de dahil olmak üzere hiçbir şey sonsuz değil..Hayatın kendisi sonsuz değil ki..Bitiyor, o hiç bitmez dediğiniz, o en büyük, o en tutkulu aşk bir gün geliyor ve bitiyor. Yanınızda yatan insan size yabancılaşıyor..siz birden bire o içinde bulunduğunuz hayata yabancılaşıyorsunuz..işte tam da bu noktada taraftalardan biri, çok şanssızsanız iki taraf da birden bire bambaşka bir insana dönüşüyor, birden bire o senelerce sevdiğiniz insanın içinde nasıl bir canavar gizlendiğini ve aslında o insanı ve kendinizi hiç tanımamış, tanıyamamış olduğunuzu farkediyorsunuz..

Kadının doğasında mutluluğunu da, mutsuzluğunu da bağıra bağıra ve herkese duyuracak şekilde yaşamak var maalesef..nasıl ki çok mutlu olduğunda bunu herkes görsün, herkes bilsin, herkes imrensin istiyorsa, acı çektiğinde de bunu herkes görsün, herkes bilsin, herkes destek olsun-hak versin istiyor. Bu yüzdendir ayrılık acısı yaşayan kadının kapı kapı dolaşıp ne kadar da şerefsiz, ne kadar da ahlaksız bir adama 'kandığını' anlatması, ve 'bunları hiç haketmediğini' ..

- haksız mıyım komşum sen söyle, ben bunu hak edecek ne yaptım?? saçımı süpürge ettim o şefersize, karşılığı bu  mu olacaktı??

+ haklısın komşum, çok haklısın..

- ama bak gör sen sürüm sürüm süründürüceem o iti, bana yaptıklarını fitil fitil burnundan getiricem, yapmazsam bana Nebahat demesinler, bak gör neler neler yapıcam ben ona..

her kalbi kırık ve de çirkef kadının repertuarında bu cümle bulunuyor efendim, duyduğunuz yerde kaçın, zira sizi de o çirkefin içine sürüklemesi an meselesi..sonu gelmez bir sinir harbinin ortasında bulursunuz birden kendinizi, her gün yeni vukuatlar, dinmek, bitmek bilmez kuyruk acısı, her gün intikam çığlıkları..ve bu aylarca sürebilir, sonu daha başından bellidir gerçi..bu hikayenin sonu hep 

- aman ne uğraşıcam onunla, Allah'ından bulsun it..

diyerek biter..çünkü kimsenin burnundan fitil fitil getirilecek bir şey olmadığı gibi, kendi hariç hiç kimsenin sürüm sürüm sürünmediğini ve hayatına devam ettiğini er ya da geç farkeder kadın (Demet Akalın'ın bunu hala farketmemiş olması bu genel kuralı bozmaz) Erkek kendine yeni bir hayat çizmiş, belki yeniden aşık olmuş ve devam etme kararı almıştır..evet bu noktada ve de yapacak hiçbir şey kalmamışken devreye tevekkül girer..ben elimden gelen her türlü çirkefliği yaptım, her yerde onun beş para etmez bir adam olduğunu anlattım, onun yeniden ilgisini çekebilmek, onu ayağıma getirmek için yapmadığım numara kalmadı, hatta 'Nebahat intihar etmiş duydunuz mu' haberini bile saldım bilerek ortalığa, ee benim yapabilecek bir şeyim kalmadı, gerisi Allah'a kalmış, yüce rabbim en güzelinden verir onun belasını..

çirkef kadının tevekkül anlayışı da çirkef oluyor ne yapalım..

peki ya erkek??

Erkek aslında daha sessiz, daha sakin yaşar ayrılığı..daha ağır..Elinde rakı kadehi, fonda 'ben seni unutmak için sevmedim' çalarken efkarlanır bazı bazı 'ah ulan Nebahat, çok sevmiştim lan ben seni' der, belki o kafayla kapısına dayanır (istisnadır bunu yapan) ama genel olarak daha umursamaz bir tavır takınır ve dışardan görünen odur ki, daha 'hafif' atlatır..ve ayrılık döneminde üretken olur erkek..kadın bütün enerjisini ne kadar da haklı olduğunu ispata harcarken, erkek kendini işine verir..Kadın sanatçıların çoğu (istisnalar var elbette) ayrılık dönemlerinde 'kuyruk acısı' temalı zırvalar üretirken örneğin, en güzel aşk şiirleri, en güzel müzik eserleri, en güzel romanlar, en güzel tablolar erkek sanatçıların aşık ve acılı dönemlerine denk gelir hep..

Gerçi kadın, erkek farketmez..insan mutlu dönemlerinde değil, hep acı çektiği dönemlerde üretebiliyor..

Ama, ama bir de işte ayrılıkta çirkefleşen erkek modeli vardır ki, evlerden ırak..

höykürmelerine 'senden nefret ediyorum'la başlayıp, 'midemi bulandırıyorsun, senden iğreniyorum' la bitiren modelleri mevcuttur..

Tam da bu noktada sorarlar tabii adama mideni bulandıran bir kadını nasıl aldın sen senelerce koynuna, o kadar aşık olduğun, o kadar sevdiğin kadın hangi ara mideni bulandırır oldu, sevgin hangi ara bu kadar şiddetli bir nefrete dönüştü? 

işin en trajikomik tarafı da, ayrılıkta bu denli ayarı şaşan erkeklerin evet tam olarak o 'sürüm sürüm süründürülecek erkek' kategorisine dahil olmalarıdır..Acısını ne kadar açık ve herkesin gözü önünde ve de en rezilinden yaşıyorsa bir erkek, o kadar geri dönmeye müsaittir aslında..o midesini bulandıran kadına tekrar sarılabilmek, ona tekrar dokunabilmek için can atmaktadır, sabah akşam kapısının önünden ayrılmamaktadır ve fakat ama gittiği her yerde de ne kadar ahlaksız bir kadın olduğunu anlatmaktan geri kalmamaktadır..

intihar'la ilgi çekmeye çalışan, şiddete başvuran, kendine ve/ya da kadına zarar veren, işi cinayete kadar götüren modelleri var tabii..bu en uç örnekleri bir kenara bırakırsak, benim görüp görebileceğim en rezil, en ucuz ve çirkef numara (ki ne yazık ki işe yaradı) ayrıldığı kadına 'söyleyin ona, ben hayatıma devam ediyorum, yanımda bir kadın görürse hiç şaşırmasın, bundan sonra hiçbir şey ihanet sayılmaz' haberini göndermekti..

o noktaya kadar sakinliğini koruyan, bitti, ayrıldık, bir daha olmaz diyen kadın önce erkekle buluşmayı ve 'kozları paylaşmayı' kabul etti, çok uzun sürmeden de barıştı..

bana da 'mideni bulandıran bir kadına nasıl sarılabiliyorsun tekrar', 'midesini bulandırdığını iddia eden bir adamı nasıl öpebiliyorsun tekrar' sorusunu sormak kaldı..

nasıl ki usul usul sevmek marifet gerektiriyorsa ve benim gözümde makbülü de buysa, usul usul ayrılmak, usul usul acı çekmek de marifet gerektiriyor..

nasıl ki herkes sevmeyi beceremiyorsa, herkes ayrılmayı da beceremiyor..

usul usul ve birbirinizi yormadan sevip sevileceğiniz, ayrılıktan uzak günler sizin olsun efendim ^^

bitutam